GELECEK KAYGISI GEÇMİŞ TAKINTISI VE ANI KAÇIRMAK
GELECEK KAYGISI GEÇMİŞ TAKINTISI VE ANI KAÇIRMAK
Gelecek kaygısı, geçmiş takıntısı ve anı kaçırmak, modern yaşamın çok yaygın üç zihinsel sorunu. Bunlar birbiriyle bağlantılıdır ve çoğu zaman bir döngü halinde birbirini besler:
1. Gelecek Kaygısı (Anksiyete)
- Ne olur? Sürekli gelecekte olacaklar hakkında endişelenmek. İş, sağlık, ilişkiler, başarı gibi konularda “ya olmazsa?” soruları zihni meşgul eder.
- Sonuç: Aşırı planlama, huzursuzluk, uykusuzluk, tükenmişlik.
2. Geçmiş Takıntısı (Ruminasyon)
- Ne olur? Geçmişteki olaylara takılı kalmak. “Keşke şöyle yapsaydım”, “Neden öyle oldu?” gibi düşünceler sürekli tekrarlanır.
- Sonuç: Suçluluk, pişmanlık, öfke, depresif hisler.
3. Anı Kaçırmak
- Ne olur? Zihin geçmişle veya gelecekle o kadar meşguldür ki, kişi mevcut anın farkında olmaz.
- Sonuç: Hayattan tat alamama, sevdiklerini hissedememe, hızlı geçen zaman algısı.
Peki Ne Yapılabilir?
✳️ Farkındalık (Mindfulness)
- Anda kalma pratiğidir.
- Nefes egzersizleri, yavaş yeme, doğada yürüyüş gibi aktivitelerle geliştirilir.
✳️ Yazmak
- Duyguları kağıda dökmek hem geçmişi hem geleceği daha net görmeyi sağlar.
- Her gün birkaç satır “şu an ne hissediyorum” sorusuna cevap yazmak etkili olabilir.
✳️ Profesyonel Destek
- Psikoterapi (özellikle Bilişsel Davranışçı Terapi), bu düşünce döngülerini kırmakta çok yardımcı olur.
✳️ Kabul Etme
- Geçmiş değiştirilemez. Gelecek ise belirsizdir. Bu iki gerçek üzerine düşünmek, zihni anda tutar.
✳️ Teknoloji Detoksu
- Sosyal medya ve haber akışları, hem geçmişi hatırlatır hem geleceğe dair kaygı üretir.
- Belirli saatlerde dijital detoks yapmak zihni sadeleştirir.
Zihnim Zamanla Savaşta
Bazı sabahlar gözümü açıyorum ve zihnim benden önce uyanmış oluyor. Uykunun yumuşak örtüsünden çıkmadan, henüz bir yudum su içmeden, bir ses başlıyor içimde:
“Bugün yeterince verimli olabilecek misin?”
“Ya yarın da böyle olursa?”
“Zaman geçiyor… ama sen hâlâ olduğun yerdesin.”
Henüz bugünü yaşamadım ama yarına ait sorularla doluyum.
Gelecek, elimde olmayan bir sayfa gibi. Ne yazacağını bilmiyorum ama korkuyorum. Sanki yanlış bir adım atarsam, her şey mahvolacak. Sanki herkes ilerliyor ama ben yerimde sayıyorum. Sanki zaman beni affetmeyecek.
Sonra başka bir ses başlıyor… Bu kez geçmişten.
“Hatırlıyor musun o konuşmayı, orada biraz daha dikkatli olmalıydın.”
“Ya o fırsat? Neden cesaret edemedin?”
“Keşke o günü geri alabilsem…”
Bir yandan geçmişi düzeltmeye çalışıyorum, diğer yandan geleceği kontrol etmeye. İkisi arasında sıkışıp kalmışım. Ne ileri gidebiliyorum ne geri dönebiliyorum. Olan şu: şu anı yaşayamaz hale geliyorum.
Oysa “an” dediğimiz şey o kadar sessiz ki… Ne bağırıyor ne zorla dikkat çekmeye çalışıyor. Belki de bu yüzden kaçırıyorum onu. Belki de onun sadeliği, zihnimdeki karmaşaya yetmiyor. O bir nefes kadar basit, bir göz kırpışı kadar kısa, bir dost gülümsemesi kadar gerçek.
Ama ben, ya geçmişi düzeltmeye çalışıyorum ya da gelecek planlarını kontrol etmeye. O yüzden o göz kırpışını göremiyorum, o nefesi fark etmiyorum.
O an, kaçıyor.
Ve gün sonunda yorgunluğum bedenimden değil, zihnimden geliyor.
Ama artık bir şeyi fark ettim: Ne geçmişi geri alabiliyorum, ne geleceği kesinleştirebiliyorum. Elimde kalan tek şey bu “an”.
Ve bu an, aslında her şeyin başladığı yer.
Belki de artık zamanı bırakmalıyım. Onu düzeltmeye, kontrol etmeye çalışmak yerine, onunla birlikte hareket etmeliyim.
Biraz durmalı, biraz dinlemeli, biraz daha yaşamalıyım.
Çünkü hayat, gelecek planları veya geçmiş keşkelerle değil, sadece ve sadece “şu an” ile mümkün.